Dürüst vatandaşlar, yaşadıkları Alabama şehrine "Günah Şehri, ABD" unvanını kazandıran kanunsuzlar çetesini ortadan kaldırmak üzere kanlı bir savaşa girişir. Phil Karlson'ın, konusunu gerçek bir olaydan alan ve gerçek mekânlarda çekilen filmi, The Phenix City Story (Phenix Şehrinin Hikayesi), yarı belgesel, çürümüş kent dokusunun teşhiri ve gangster çetesi filmi gibi savaş sonrası akımlarla bağlantılı ama bu terimler filmin sıradışı derinlikteki gücünü açıklamakta yetersiz kalır.
İçerdiği betimsel şiddet o güne dek Hollywood'da neredeyse benzeri görülmemiş düzeyde olsa da bu düşük bütçeli sarsıcı filmi gerçekten yenilikçi kılan şey, yeni özün yeni biçim gerektirdiğine dair saptaması. The Phenix City Story, çirkin dar kafalı cahillerle, çirkin meyhanelerle, çirkin kamera açılarıyla ("iyi" kompozisyonun herkesçe kabul edilmiş uygulamalarını hiçe sayması anlamında) ve çirkin, estetize edilmemiş şiddetle dolu, kasti olarak çirkin yapılmış bir film. Küçük bir kızın cam gibi gözlerle bakan cesedi bir banliyö çayırına atılır, yaşlı ve özürlü bir adam yakın mesafeden ağzından vurulur, şehrin insanları öldürülür ve kanlar içinde bırakılır; tüm bunlar bir savaş alanının olağan görüntüleriymiş gibi perdeye yansıtılır. Yapılan gaddarlıklar, ya ansızın gözlerimizin önünde meydana gelir ya da sanki filmin onları gerektiği gibi gösterebilme kapasitesini aşıyorlarmış gibi şaşırtıcı bir uzaklıkta olup biterler. O günden bu yana birçok film, şiddeti daha net ve daha ayrıntılı biçimde sergiledi ama bunlardan pek azı şiddetin kaotik gücünü böylesine ustaca bir su katılmamışlıkla ifade edebildi.
0 Yorumlar